17 Aralık 2008 Çarşamba

GEÇMİŞİMİZİN AYDINLIĞI ÖNÜMÜZÜ AYDINLATIYOR

Bugünlerde Müslümanlar üzerinde oynanan oyunların, bazı kardeşlerimizi ümitsizliğe kadar götürdüğüne şahid oluyoruz. Böyle bir hal bize asla yakışmaz dostlar. Biz Müslümanız, asla Rabbimizden ümid kesemeyiz.

İster misiniz, sizlere ümitlerini asla yitirmeyenlerin hayat hikayelerinden bir bölüm aktarayım.

Ali Ulvi Kurucu bey, “Gecelerin Gündüzü” adlı eserinde ibret ve ümit verici bir hadiseyi anlatıyor:

1970’li yıllardan birinde, Endonezya’nın eski Başbakanlarından Dr, Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye gelmişti. Kaldıkları Medine Otelinde kendilerini ziyaret etmiştim. Selamlaşmamızdan sonra ilk sordukları sual şu olmuştu: “Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”

Var, elhamdülillah, demem üzerine: “Acaba adedi ne kadar?” diye sordular. Yüzelli bin, dedim, “Yüzelli bin mi?” diyerek, ağlamaya başladılar ve derhal odasındaki serili seccadesinin üzerine secdeye kapandılar.

Bu manzara karşısında hayretler içinde kaldım. Ne yapacağımı şaşırdım. Çünkü büyük devlet adamı üstad, secdede ağlıyordu... Hıçkırıklar sesini boğmuş, ne dediği anlaşılmıyordu. Secdeden kalkıp da yerlerine oturduklarında, kendilerine şöyle demiştim: Efendim, verdiğim haber, zat-ı devletlerini çok heyecanlandırdı. Bugün sizi her zamankinden daha hisli buldum. Acaba bu hassasiyetinizin sebebini öğrenebilir miyim?

Büyük insan, derin mânâlarla dolu bir “ah!” çekerek, şu şekilde cevap verdi:

Aziz dostum! Bundan evvelki görüşmelerimizde zat-ı ehlinize anlatmıştım ki, ben Lozan Muahedesi’ni çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedef-i aslisine göre Müslüman Türk bugünleri görmeyecekti. Çünkü Türkiye’nin başını yemek için İngiliz Murahhas Hey’eti Reisi Lord Curzon’un başkanlığında-kî kuzgunlar, Türkiye’nin Hıristiyan olması gerektiğini teklif ediyorlar ve Türk hey’etini, bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı Şayet bu teklif Müslüman-Türk milletinde şiddetli tepkilere mâruz kalırsa, Türkiye’nin “laik” bir devlet olmasını ve bunun da Rusya’dakinden daha sert bir şekilde tatbik edilmesini ısrarla teklif ediyorlardı. İşte o tarihden itibaren Türkiye’deki bazı kanun, nizamname ve tamimlerde, hep bu menhus teklifteki iman suikasdının icra ve ifâsını hedef alan te’sirler müşahede ediliyordu.

Bütün bunlardan maksad, Müslüman Türk’ü temsil eden Türk devletini, İslâm âleminden herşeyiyle koparmak idi. Türkiye, gerçek dostlarına baş olmayı reddederken, dost görünen düşmanlarına kuyruk olmaya zorlanıyordu. Lakin düşman bu, gün olur, belki kendilerine kuyruk olmasını da kabul etmezler... Laiklik ise Batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti mânâsına değil de, âdeta din aleyhtarlığı şeklinde kabul edildi.

Siz, bu sene Türkiye’den yüzelli bin hacı gelmiş deyince, Allahü Zü’l Celâl’in, bu insanlar üzerindeki kahır sultasının ihtişamlı tecellisi karşısında sevinç gözyaşlarımı tutamadım. Demek, yıllar yılı bir tek Müslümanı dahi Hac farizasını ifaya göndermeyen Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, yüzelli bin hacıya pasaport verecek, dövizlerini te’min edecek ve onları kendisinin te’min ettiği vasıtalarla Hac’a gönderecek ha!?. Bu ne azametli tecelli sahnesidir, Ya Rabbi!.. Ben, Senin zâlimleri saraylarının enkazı altında boğan kahır kudretinin karşısında nasıl yerlere serilmem ve secdelere kapanmam?.. Sen ne büyüksün! Ne ulu’sun!.. Ne Halîm’sîn!.. Ne Latifsin, Allah’ım!.. Cemalin güzel olduğu gibi Celâlin de güzeldir. Celâlin olmasa, Cemâlini müşahede imkanı bulamayız. Zâlimlerin ceberûtu bize nefes aldırmaz, Herşeyin kemali Sen’de olduğu gibi, Cemâli de, Celali de Senindir.

Büyük ve kahraman ecdadınız İslâm uğrunda o kadar ihlas ve samimiyetle kan dökmüş ve can vermiştir ki, şehid olurken, yaralı kalbini Allah’ına açarak, şu yanık ifadelerle niyaz etmiştir:

“Allah’ım! Evlad ü ahfadımın imanı Sana emanettir. Onların manevî varlığını Senin Cemâline tevdi ediyorum. Zira bütün ruhumla inanmış bulunuyorum ki, Senin hıfz-u emanetine tevdi edilen bir emanet, asla zayi olmaz...”

Kaynak:Mevlüt Özcan.www.habervaktim.com





Hiç yorum yok: